25 Kasım 2018 Pazar

Ben Sedef Hemşire



Ben Sedef Hemşire. 30 yaşındayım.  
Bugün iki çocuğumun babası tarafından öldürüleceğimi bilmeden her günkü gibi saat 6.00 da telefonumun alarmıyla uyandım. Hastaneye gitmek için hızlıca hazırlandım.
Sabah saat 6.30 civarlarında henüz hava tam aymamışken iki çocuğumu öptüm de çıktım evden. 
Meğer son öpüşümmüş, bilemedim. 

Oğlum bu yıl başladı okula. Uyanmasına yaklaşık yarım saat daha var. Odasına giriyorum ,ayağıma bir şey takılıyor , düşmemek için tutunurken sandalyeye, bir yandan da uyandırdım mı diye bakıyorum.  Sarı –kırmızı örümcek adamlı   okul çantası yine odanın ortasında yerde. Her gün tembihliyorum oysa ki ,ortada bırakma diye. 
Sokulup,  öpüyorum tombul yanaklarından, uyuyor hala.

Kızım  üç yaşında. Ben yanından kalkınca minik pembe ayıcığına sarılmış ,derin uykuda. Öpmek için sokuluyorum, kıvırcık kumral saçlarına kolyemin ucundaki çıpa takılıyor . Ben özenle çıkarmak için uğraşırken gözlerini aralıyor, ‘anne gitme bugün ‘diyor. 
‘Gitmem lazım kızım ,bugün doğacak bebeklerin bana ihtiyacı var ‘diyorum. Gülümsüyor, kapatıyor gözlerini. Mis kokusunu çekiyorum içime. Saçlarını öpüyorum.

‘Akşama görüşürüz, bugün nöbet yok’ diye fısıldıyorum onlara. 
Keşke kızımı dinleyebilseydim de  çıkmasaydım evden, bilemedim.

Annem  ‘ bir şey yemeden mi gidiyorsun ‘diye sesleniyor . Yine benim için kalkmış.
‘Hastanenin oradan poğaça alırım, canım bir şey yemek istemiyor ‘diyorum botlarımı giyerken . 
Yanıma gelip, ‘Aman kızım ‘diyor ,’dikkat et kendine’ . Ana yüreği işte ,o da beni düşünüyor.
 ‘Endişe etme anne . Fuat ‘a  mahkeme kararıyla uzaklaştırma aldırdığımdan ,Adapazarı’ndayken de  gözükmedi hiç ,anlamıştır artık .Umarım  dava da bir an önce sonuçlanır da soyadından da kurtulurum o pisliğin  . 
Soyada bak   -şen- sanki mutlu zaman yaşattı da! Neyse !’
‘Olsun ,sen yine de tedbirli ol ‘dedi. 
‘ Tayini  boşuna mı istedim de  Çanakkale’ye geldik yanınıza, bulamaz beni ‘dedim aklı bende kalmasın diye ,inanarak.
‘Kabanını giy, hava soğuk ‘dedi.
Giydim ,kabanımı .  Beyaz ,bembeyaz biraz sonra kırmızıya bürünecek olan kabanımı.
Geçirdi beni kapıya kadar.
Annemle son konuşmamızmış, bilemedim. 

Çıktım kapıdan, asansöre bindim.
Aynada kendime baktım ,benden en az on-on beş yaş büyük gösteren kadına. 
‘Gözlerin  çökmüş baya’ dedim. Eskiden zeytin gözlüm derdi annem, şimdi zeytinden çok kurbağa gözüne benziyor aynada gördüklerim. ‘Saçlarının dibi bembeyaz .Belki bir değişikliğe gitsen iyi olur, rengini değiştirsen ,kestirsen şu omuzuna dökülen süpürge saçlarını. Hem belki moral olur’ dedim .
‘Moral olur mu dersin ? Ruhunu nasıl onaracaksın’ diye bu sefer aynadaki kadın bana sordu. ‘Zamanla ‘dedim. ‘Bugün yine bir sürü bebe doğacak elime. Onları sevdiklerinin güvenli kucaklarına vereceğim.  Kadınlara şifa dağıtmaya çalışacağım  .Bundan daha güzeli var mı? ‘ 
 Belki daha da laflardık ama asansörün zemin kata gelmesiyle sohbetimiz bitti. 
Kendime son bakışımmış, bilemedim.

Çıktım apartmandan ,otobüs durağına doğru yürümeye başladım. 
Gerçekten de çok soğukmuş . Hafiften yağmur da çiselemeye başlamış, gökyüzü hala alacakaranlık. 
Okula gitmek üzere yürüyen birkaç öğrenci ilişti gözüme. Benim oğlan da  harekete geçecek birazdan ,üşütmese bu havada diye endişe ederken, birden bana doğru hızlı adımlarla yaklaşan birini gördüm.  Fuat mı o ? Allah‘ım lütfen o  olmasın !
Önce benzettiğimi sandım ama uzun sürmedi o olduğundan emin olmam. ‘Sedef ! ‘ diye seslenince.
Duymazdan geldim ,adımlarımı hızlandırdım. O kadar yaklaşmıştı ki ayak seslerinden koşmaya başlamış olduğunu anladım. Nasıl buldu adresimi ? Ağzım kurudu bir anda korkudan. Bana yetişip ,kolumdan dirseğimden kavrayıverdi. 
‘Bırak beni ‘dedim. ‘Konuşacağız ‘dedi . ‘Daha neyi konuşacağız Fuat ,konuşacak ne kaldı ‘ dedim ve yürümeye devam ettim. 
Yine kavradı dirseğimden.
 ‘Sıkma, canım acıyor ‘ dedim. 
‘ Ne oldu  lan koydurduğun yasak?! İşte dibindeyim. Benden uzaklaşabileceğinizi mi sandınız  ‘diye bağırdı .
‘Fuat bak Allah aşkına yapmadığın pislik kalmadı. Sana defalarca şans verdim ben. Bitti ,kabul et ! ‘
‘Tayin isteyip, buraya gelmekle seni bulamayacağımı mı sandın küçük beyninle ‘ diye çıkıştı.
‘Bak , çocuklar için de iyi olacak yeni bir yer .Rezil olduk oralarda . Lütfen sen de kabul et ve rahat bırak bizi  ‘ dedim yalvarırcasına.
‘Beni kimse terk edemez ‘dedi. Elinden dirseğimi kurtarıp ,yürüdüm.
Bakmadım yüzüne, alevler fışkırıyordu kara gözlerinden, korktum! 
Yanaştı yanıma ,belindeki silahı gösterdi ,
’Öldürürüm seni ‘ dedi .
’Saçmalama Fuat, yine girmek istemezsin mahpus damlarına ‘dedim.
 ‘Kendimi de vururum ‘dedi. 
‘Çocuklar ne olacak, onları düşün bizi düşünmüyorsan ‘dedim ağlarcasına. Titremeye başladım.
Tam o sırada ,karşıdan otobüsün yaklaşmakta olduğunu görmek içime kısa süreli bir umut verdi. Otobüs yavaşladı, önümüzde durdu. Fuat kolumdan çekiştiriyordu , 
‘Yardım eder misiniz ? Yardım edin lütfen belinde silah var ‘ diye feryat ederken , Fuat beni sürüklemeye başladı . 
Ben ‘imdat !’ diye bağırırken iki el silah sesi sabahın dinginliğinde yankılandı . Önce benim kafama sonra da kendi kafasına sıktı .

Boylu boyunca yatırıyorum sokakta kanlar içinde. Ben şimdi bir ölüyüm. Üşüyorum,  daha da çok üşüyorum kıpırdayamıyorum. Katilim de yerde yanımda. Kolu üzerimde ,rahatsız oluyorum. Birisi çekse şunun kolunu üzerimden. 

Az önce yanımıza can korkusundan yaklaşamayanlar ,şimdi başımızda toplanmış korku ve acıyla bakıyorlar .Çığlık atanlar ,şoka girenler ,polisi arayanlar. 
Daha biraz önce saç rengimi düşünürken, şimdi  bakmaya korktukları bir ölüye dönüştüm! 
Okula giden çocuklar geçiyor  yanımızdan.
Karşıdan sarı-kırmızı çantalı bir çocuk geliyor. Oğlum mu o ? Aman Allah’ım  bizi böyle kanlar içinde yerde görmesin ! Karanlıkta tam seçemiyorum. Hayır, gelme bu tarafa doğru !
Oh ! benim oğlum değilmiş. 
Keşke siz de bugün buradan geçmeseydiniz  çocuklar demek istiyorum ama diyemiyorum.
Neyse ki polisler izin vermiyor yaklaşmalarına.

Bir kaç saat ıslak kaldırımın üstünde öylece son kez yan yana yatıyoruz, uğruna ailemi karşıma alıp ,evlenmek için kaçtığım adamla. Bilemedim !

Gün ağardı, savcı geldi, raporlar tutuldu. Sokakta kalabalık artmaya başladı.
Beklemekte olan ambülansa koydular beni . Evden doğum bölümüne  gitmek üzere  çıktığım hastanenin morguna getirdiler .

Anneme telefonda diyemediler .Tansiyonu düştü kızının , hastaneye  gel dediler. 
Geldi , beni bu halimle gördü. Yıkıldı .Onu da benimle birlikte öldürdü Fuat. Yaşayan bir ölü ,nasıl yaşayacak bu acıyla ,bu öfkeyle. 
Ona bıraktığım ,iki emanet için yaşayacak mecbur!


Çalışmaya başladığım yeni hastanemde benim için tören düzenleniyor. Ağlayanlar ,dua edenler, meraklılar…ortada ben.
Tanıyan, tanımayan kalabalık baya.

‘kadın boşamasın da ne yapsın’ derlerken ,
kimisi ‘ aşk cinayeti miymiş ‘ diye soruyor etrafa.

Bazıları devleti suçluyor ,’neden koruması yok’ diyor .
Hastane bahçesindeki polislere söylenenler  var.

Beni suçlu bulan kadın sesleri işitiyorum ; 
‘böyle adamlarla ne diye evlenirler ‘  
kim bilir kadın ne yapmış da adam gitmiş vurmuş ‘,

tanımadığım bir erkek sesi,
’adamı idare etmeyi becerse kurtulurmuş elinden ‘ diyor. 

‘Bu adamı da doğuran bir kadın. Nasıl canavara dönüşüyor bunlar böyle ‘ diyor bizim başhekim.

Otobüs şoförü de gelmiş. Ona da yüklenenler var. 
Adam ‘hepsi on saniye sürdü ,ne olduğunu anlayamadım bile diyor ‘ . ‘senin kızın olsa böyle mi yapardın ‘ diyenler olduğu gibi
 ‘yahu adama yüklenmeyin ,adam kalkamadan ateş etti ‘ ,
 ‘kimse kendini riske atamaz böyle bir durumda ‘ diyenler var. 

İnsanların dışını ve içini aynı açıklıkla seçebiliyorum .Ne tuhaf! 

Annemi görüyorum. Ayakta durmakta zorlanıyor. Yaşlı gözlerini dikmiş , öylece durduğu yere çakılmış kalmış  tabutuma bakıyor.
‘Ben bildim ! hiç istemedim ben…en başından istemedim’ diyor belli belirsiz seslerle.

Çocuklarımı da getirmişler .Ne olduğunu henüz tam idrak edememiş onlar ,öyle boş boş bakıyorlar. Annem ellerine yapışmış sımsıkı.
Gidip de ben tutamıyorum ellerinden. Anneme sarılıp, ağlama anacağım ,güçlü ol bak bebelerim sana emanet diyemiyorum. 

Helallik aldıktan sonra cenaze aracına yüklüyorlar beni. 
Yaşam hakkı elinden alınmış bir yolcu olarak ,kara çukura uğurlanıyorum.

Ben sesimi duyuramadım. Benim gibi nice hayatlar sönüyor, peki ya siz;

 ‘yardım eder misiniz ?  yardım eder misiniz lütfen ! ‘


*Sedef Hemşire 20 Kasım 2018 tarihinde ayrılmak istediği kocası tarafından öldürülmüştür.

*Hikayemde kişiler ve şehirler gerçektir. Yaşanan detaylar tamamen benim kurgumdur.

kadına şiddete hayır !

4 Temmuz 2018 Çarşamba

Ağaç yaşken eğilir !




Sosyal medyada ,yasanan uzucü cocuk tacizleri ve tecavuzleriyle ilgili herkes kendince tepkisini koyabilmek adina bir seyler paylasiyor.

 'ne olacak bu gidisat ' endisesiyle  bakarken sosyal medyada yazilanlara ,an itibariyle sahit olduklarimi  aktariyorum sizlere simdi.

Sahildeyim,yazlikta. Yan sandalyelerde oturan  2 kadin var,iclerinden biri oglunu aradi ,  'bize kahve soyle' dedi.Sonra da arkadasina dönup 'aldik agzimizin payini'dedi gulerek.

Ilk bakista sadece fazla kilolu oldugunu gozlemledigim 10-11 yaşlarindaki oğluşu geldi yanlarina ve 'anne sen ne  tembel bir karısın 'diye bagirdi  .

Anne hic bir tepki vermedi ,sefkatli gülumsemesi yüzune yapismis bir sekilde ve  istifini bozmadan  ,tepkisiz oylece oturmaya devam etmekte.

Çocuk ayagini carpmis meger annesinin telefonuna bakarken. Yazik !

Oğluş,annesine olan öfkesini bosaltip,gitti simdi. Kadinlar gündem hakkinda konusmaya devam etmekte.

Bir  oğlus daha varmiş, O da  geldi.Bir boy büyugü ,13-14 yaşlarinda.Oldukca kilolu o da .Belli ki hareket kabiliyetleri yediklerine oranla  düsük. O da 'havlumu getirmemişsin ,yuzmeyecem ben !' diye bagirip,gitti.

Kadinlar sohbetlerine döndü, hic bir sey olmamis gibi ülkeyi kurtarmaya ,elestirmeye devam etmekte.Ben de bunlari yazmaktayim.

Cok sey soylemek istedim ama hic bir sey diyemedim.Zaten onlar da 'kıymali fasulye 'tarifine geçti.

Nezaketen bile olsa artik onlari gorunce 'gunaydin 'demeyecegim.

Söz uçar,yazı kalır.Belki bir yerlerde gözlerine ilisir bu yazdiklarim o ve onun gibi annelerin...

Son bi söz daha  ; 'ağaç yaşken eğilir'.

Sevgiyle kalin,

Yasemin

7 Mayıs 2018 Pazartesi

Hıdırellez ve Kakava Şenlikleri




Hıdırellez , bizim kültürümüzde dünyada darda kalanların yardımcısı olduğu düşünülen Hızır Peygamber ile denizlerin hakimi olduğuna inanılan İlyas Peygamber’in yeryüzünde buluştukları gün olarak düşünülür.

Güzel Türkçemizde yerleşmiş olan bir deyim vardır;

’Hızır gibi yetişti! ‘ Duymayanımız yoktur herhalde.

Yaygın inanca göre; hayat suyu içerek (ab-ı hayat ) ,ölümsüzlüğe ulaşmış ,zaman zaman -özellikle doğanın uyanmaya başladığı bahar aylarında -insanlar arasında farklı kimliklerle dolaşarak ,darda olan insanlara yardım eder. Bolluk, bereket dağıtır.


Hızır’ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli olmadığından ötürü her an karşımıza çıkabilme ihtimaline inanmak da manevi bir telkin yolu olmuştur.


Karşılaştığım kişilerden ‘acaba bu Hızır olabilir mi ‘ düşüncesiyle  her 5-6 Mayıs ‘da daha da bir şüpheci olurdum ; ‘ bu sefer karşılaştım mı ki ‘ diye yaşadığım günü tekrar tekrar gözden geçirirdim. Tıpkı dün yaptığım gibi.



Evet, tıpkı dün yaptığım gibi ama büyük bir eksiklikle . Babaannem!

Son üç Hıdırellezdir beni arayıp , ‘sakın unutma bu gece gül ağacına dileklerimizi bağlayacağız ‘ diyemiyor. Diyemiyor ama rüyama geliyor. Ben de dileklerimin arasına onu da katıp ‘ruhun şad olsun ‘diyorum.



Çocukluk yıllarını kalabalık bir aileyle geçirme şansına sahip olduğum için bu ritüellerin  ne mutlu ki bana ,hep içinde olabildim.

Genç yaşta (40lı yaşlar) babaanne ,anneanne ve dede  ünvanlarına  doğumumla sahip olan  büyüklerimin de katkısıyla bu günü bayram havasında geçirdim hep.

                                                                  🌹



Asırlardır iç içe yaşadığımız, farklı etnik kökenlere sahip topluluklar barındıran ülkemizde  ‘ baharın gelişi ve doğanın yenilenmesi ‘ üzerine  çeşitlilikler  gösteren uygulamaları görmek ve yaşamak için bu sene ben de çocuklarıma bir sürpriz yaptım. Romanların , kullanım dilimizle Çingeneler’in  ‘Kakava Şenlikleri ‘ ne düzenlenen turlardan birini aldım.



Edirne’de yaşayan Roman kökenli halkın, Hıdırellez kutlamalarına verdikleri isim ‘Kakava.’  Yaygın bir inanca göre,  Kakava ; güzel kokulu hava ve kahkaha anlamına gelmekte. Milli Bayram ve Tencere Bayramı diye adlandıranlar olsa da hepsinde mentalite aynı; ‘’Hastalıklardan , uğursuzluklardan,kötülüklerden kurtulmak ‘’ .

                                                           Fatih Köprüsü



Edirne’de bulunan eski Osmanlı Sarayı’ na yakın bir bölgede  kurulan bu şenliklere  Fatih Köprü’nden geçerek giriş yaparken ,davul ve zurna karşılıyor bizleri. Kutlamaların olduğu şenlik alanının dört bir yanında davullar ve zurnalar önceden ayrıca yerlerini almış.

Son yıllarda Edirne Beldiyesi’nin organizasyonuyla yapılan bu kutlamalarda bol bol dans ve eğlence var. Piknik havasında bir gün. Evlerden yiyecek ve içeceklerini getirmiş büyük bir çoğunluk ,yemyeşil çimlerin üzerinde yerlerini almışlar çocuklar,gençler,yaşlılar. Ve hatta hayvan dostlarımız.








Hazırlanmış olan odunlar büyük bir coşkuyla yakılıyor. Pilavlar dağıtılıyor tüm halka. Ateş biraz sönmeye yüz tutunca dilekler dilenip ,ateşin üzerinden atlanıyor.Sabaha kadar süren bu eğlenceden biz daha vakitli ayrılıyoruz.


 




Ağaçlara  bağlanıp, sabah dallarından alınarak,denize veya nehre atılan dilek uygulamaları çoğunlukta olsa da eski dönemlerde Romanların lideri sayılan, yakışıklılığıyla ve yiğitliğiyle ünlü ‘Baba Fingo ‘ isimli hükümdarın nehirden çıkacağına inanıp,6 Mayıs sabahı nehire atlayanlar da var. Evlerinin önünde kuzu ya da keçi çevirip, dağıtanlardan tutun da güne ‘aklık ,paklık,güzellik ‘olsun diye süt içerek başlayanlar da var. 5 Mayıs gecesi Tunca ve Meriç Nehri'nden getirilen su ile 6 Mayıs sabahı yüzlerini yıkayarak hastalıklara karşı korunduklarına inanan insanlar gibi, herkes bir çeşit eğlence içerisinde dilekler diliyor ,dans ediyor.



Geleneksel eğlence biçimlerinden biri de bekar genç kızların ve erkeklerin karşılıklı mani söylemeleri. Bir çeşit eş adayı girişimleri. Bizde de Anneannem ailedeki evlenme çağına gelmiş kişilere, yatmadan ‘tuzlu hamur ‘yiyin yatın derdi. Bir ekmeğe bolca tuz döküp,su içmeden uykuya geçme hali yani. Denileni yaparsan ‘rüyanda evleneceğin kişinin sana su getireceği ‘inancı. En küçük amcam bu uygulamayı  her sene yapardı ama kimseyi görmezdi. Meğer susuzluğa dayanamayıp, su içermiş de ondan görmezmiş.

                                                                 🌹



Edirne’nin fetih günü olan 5 Mayıs 1361 tarihinde Sazlıdere Savaşı’ndan galip çıkan Türk askerleri, kanlı elbiselerini 6 Mayıs sabahı güneş doğmadan önce Tunca Nehri’nde yıkamışlar ve tam da bu tarihte güneş tutulması gerçekleşmiş. Edirne halkı arasında bu davranış biçimi de gelenekler arasındaki yerini almış .


Bu gün Hıristiyanlarca da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul edilir; bu günü Ortodokslar Aya Yorgi, Katolikler St.Georges Günü olarak kutlamaktadırlar.


                                                  
                               
                                      Bu sene bizim dilekler  Karadeniz'e atıldı.

                                                                     🌹


İster gül ağacına asalım ,ister gül ağacı altına gömelim  dilekleri,
Denize veya nehre atalım,
Resmini çizip ,yatağımızın altına koyalım...
Ne yaparsak yapalım,
Yaşam arzumuz hiç bitmesin
Kalbimizde hayallerimize hep yer açalım.
Bağnazlık gibi gözükse de ,asıl amacı; toplumları bir araya getiren, birlik beraberlik sağlayan ,insanları eğlendiren ve çocukluğuna götüren geleneklerimizi yaşatalım.

Hıdırellez’in herkese bolluk bereket ve özellikle barış getirmesi dileğiyle,


Sevgiyle kalın,

Yasemin Okutan Boyar



.


26 Şubat 2018 Pazartesi

Ahmet Ümit 'le '' İstanbul Hatırası ' üzerine








                                          İstanbul Hatırası





Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul…


Sisler içinde deniz… Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet’in minareleriydi görülen,

Ayasofya 'nın kubbesi ,Topkapı Sarayı ‘nın kuleleri.


Hiç yağmalanmamış , yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle

örtmüştü  doğa , ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren

hayal gibi…


Bir masal imgesi gibi… Yeni kurulmuş bir kent gibi…


Taze bir başlangıç gibi… Genç ,umutlu, güzel… ‘


İstanbul Hatırası, Ahmet Ümit ‘in 2010 yılında ilk baskısı yapılan kitabı.

Tüm kitaplarını bir solukta okuduğum yazarın en sevdiğim kitaplarından biri.

Bildiğiniz üzere polisiye hikayeler yazan bir yazar Ahmet Ümit. Bu hikayesi  ‘Yedi Tepeli

Şehir’de işlenen yedi cinayet üzerine. Cesetlerin bırakıldığı yerler manidar.

‘Yedi kurban, yedi hükümdar, yedi sikke, yedi kadim mekân. Ve tek bir gerçek: Bu

şehrin gizemli tarihi’

Kitabı ikinci kez okumaya niyetlendim... Altını çizdiğim yerler hakkında daha çok bilgi

edinmek ve  aldığım notlarla buraları gezmek .

Daha da güzeli oldu. Bir de Ahmet Ümit   var yanımda.





Gülhane Parkı ‘nda buluşuyoruz  , diğer rehberlerimiz ve Ahmet Ümit’le.
Parkın ağaçlarında renkli papağanlar var. Hayvanat bahçesine taşınma esnasında bir

şekilde  kaçıp, burayı mesken edinmişler kendilerine. Ve  leylekler… hiç gitmemişler mi ,
gelmişler mi bilmiyorum  ama bu mevsimde buradalar.

Şehrin ilk kurulduğu yer olan tarihi yarım adanın ucundan başlıyoruz gezmeye.

                                                                                ******

Bir kavim düşünün ,yeni bir yere yerleşmek istiyor fakat hiçbir yer bilmiyor. Kavimin
Başında  Byzas var. O dönemler kahinler önemli ,ona danışıyorlar.

‘Körler Ülkesi’nin Karşısı’ na gidin yerleşin ‘diyor bir kahin.
Geze geze  bugünkü adıyla Sarayburnu ‘na gelip , karşıya bakınca ‘bu kadar güzel yer

varken oraya yerleşen insanlar kör ‘ kanaatine varıp, yerleşiyorlar buraya.
Byzantion şehrini kuruyorlar  ve karşıya da Khalkedon , Körler Ülkesi adını veriyorlar.









Karşımızda 3.yy da  Gotlar 'a karşı kazanılan zaferin ardından Roma İmparatoru

 tarafından dikilmiş sütun. Üzerinde' Gotları yenmemiz sayesinde dönen talihe' yazılı

 Türkçe mealiyle.

 Arkasında görülen ,Topkapı Sarayı surları. Müthiş bir haz duyuyorum burada olmaktan.

 Etrafını ağaçlar çevrelemiş,  hemen dikkat çekmiyor bu korint üslubundaki sütun .

 Pek çok insan önünden O 'nu görmeden geçiyor, O'nun da insanlara pek aldırdığı yok

 ama siz de gidin tanışın, benim gibi.



                                                                                       *****

             

Sultan Ahmet Meydanı 'na doğru ilerliyoruz ,Ayasofya Cami ve Hürrem Sultan Hamamı

 önünden geçerek. Hürrem 'in ve Muhteşem Süleyman 'ın kulaklarını çınlatıyoruz.

 Bizans Dönemi 'nde at yarışlarının yapıldığı meydana  geliyoruz.


 Meydanda üç adet dikili anıt var. Bunlar hipodromu ikiye bölmüş .Yarışçılar hipodromu

 yedi kez döner ,başlangıç noktasına gelen yarışı kazanırmış.


  1)Dikilitaş ,Obelisk


       

       
 Yıllarca Mısır 'da kalan taş, Firavunların tarihten silinmesiyle 390 yılında Mısır'dan getirtilmiş.





          2) Yılanlı Sütun
                    



 
   Kenti haşerat istilasından korumak amaçlı  Apollon Tapınağı 'ndan getirtilmiş bir



   tılsım.



     3) Örme Dikilitaş




 
  Yine güç, tılsım ve hakimiyet ifade etmek için 300 bin taştan yapılmıştır.



                                                               

                                                                              *****


 Ayasofya Cami 'nin karşısında ,Beyazıt 'a giden yolun sağında yer alan Million -Milyon


  taşı . Dünyanın herhangi bir noktasına olan uzaklık bu Milyon Taşı 'ndan ölçülürmüş.






               



 Osmanlı Dönemi ‘nde  ise ordular sefere çıkmak için burada toplanırmış.  Gözümde atlı 



ve  yaya olmak üzere bir sürü yeniçerinin toplandığı canlandı. Birden daha da kalabalık



oldu etrafım. Dualar edenler ,heyecanını saklayamayanlar, geride kalanların hüzünlü



bakışları…Kolay değil ,sefere gidiyoruz. Gidip de sağ dönmemek var.

                                                                                   ******




Divan Yolu ‘ndan yukarıya doğru ilerliyoruz. Milyon Taşı’ndan Çemberlitaş ‘a doğru



uzanan yol.

Osmanlı ‘da devlet işlerini görüşmek üzere Devlet-i Hümayun ‘a gelen giden vezirler, elçiler,

yöneticiler, askerler… protokol yolu olarak kullanırmış bu yolu.  

Roma İmparatoru  I.Konstantin zamanında yapılmış , onlar 'Messe' diye anarmış bu



Tarihi Yarımada’nın  tam ortasından geçmekte olan yolu.

Üstüme yine bir gurur yapışıyor  ‘vay be ‘ diyorum ‘dünyanın en yaşanmışlıklarında

yürüyorsun şu an. Senin memleketin ,turist değilsin burada ‘ . Fakat bu gurur biraz utanç

duygusuyla bulanıyor .  Caddelerin genişletme çalışmaları sırasında (1950'ler)

tahribe uğrayan , bazılarının yok olduğu , bazılarının da yerinin değiştirildiği eserlere üzülüyor ve

hayıflanıyorum.

Cadde günümüz İstanbul'unda araç trafiğine kapalı ve ulaşımda tramvay kullanılmakta.



                                                                            *****


Artık acıkmaya başliyoruz. Turumuz yemek yiyeceğimiz yeri ve menüyü ayarlamış.
Osmanlı Sofrası .Hızlıca servis yapılıyor.

Çorba  , Cihangir ‘in sünnet töreninde dağıtılan çorbadan.

Ana yemek , ayva içerisinde hafif tatlımsı  etli bir yemek

Tatlı ise ,sultanların ağzına layık hafiflikte meyve parçaları ve dilimlenmiş peynirlerin olduğu

 komposto






Yemekte biraz sohbet ediyorum Ahmet Ümit ‘le. En sevdiği kitabını soruyorum.
‘buna cevap vermek çok zor ‘diyor tahminimi doğrularcasına. Fakat ‘Masal Masal İçinde ‘

diyiveriyor birden.  Seviniyorum , ‘kızım ,Masal Masal İçinde ‘sini yolladı
imzalatmam için ‘diyorum.  Sonra  Patasana,  Kukla ve Kavim ‘den cok kısaca

konuşabiliyoruz.  Hareket vakti geliyor.

                                                                          *****



Çemberlitaş ‘a doğru ilerlerken sağ kolda II. Mahmud , Abdülaziz ve II. Abdülhamid
türbelerine uğruyoruz. Türbenin dışında ,bahçede Osmanogulları’ndan  gömülü pek çok

ismin dışında Ziya Gökalp ‘in de mezarı bulunuyor. Büyükelçiler ve hizmet vermiş pek
çok isimle birlikte.

                                                                                *****

Çemberlitaş  Sütunu 'na geliyoruz.

Bizans İmparatoru, o dönemde 57 m olan sütunu Roma 'dan Apollon  Tapınağı 'ndan getirtir.

O zamanlar üzerinde var olan  güneşi selamlayan Apollon heykeli kaldırılır ve Konstantin kendi

heykelini koydurur. Yıldırım isabet etmesiyle devrilen heykelin yerine I. Alexios Komnesos  

büyük bir haç koydurur. Fatih Sultan Mehmed , İstanbul 'u aldıktan sonra haçı indirtir fakat

Hristiyanların kutsal emanetlerine dokunmaz.




Çemberlitaş Meydanı ; İstanbul 'un yedi tepesinden biri olarak kabul edilir.

Konstantin, buraya kendi adını taşıyan Forum Konstantin inşa eder.

                                                                                         *****


  
       Beyazıt Meydanı 'na çıkıyor yolumuz. Bugünlerde meydanda düzenlemeler var.
      
      Fatih Sultan Mehmed  'in Topkapı Sarayı 'ni yaptırmadan önceki (şimdi İstanbul Üniversitesi

      'nin giriş kapısı olan bölümün sol kısmında görülen bina)  Eski Saray  burada bulunuyor.


  
     Fatih Sultan Mehmed 1454 tarihinde Eski Saray’ı Beyazıt Meydanı’na yaptırmış.        

     Padişahın  ölümüyle tahttan indirilen valide sultanlar, oğulları, haseki sultanlar ve

     harem kadınları, Beyazıd’da  “kasvetli” Eski Saray’a yerleştirilirmiş. Eski saraydaki              

     Haseki Sultanlar,  oğullarından biri tahta çıkana kadar eski sarayda beklerlermiş.

     Gözyaşı Sarayı.



                                                                         *****





 


     Yolumuz Mimar Sinan ‘ın  kalfalık dönemim diye adlandırdığı Süleymaniye Cami ‘ye


     ulaşıyor.

    1551 yılında Kanuni Sultan Süleyman adına yaptırılan bu camide ,büyük üstad Mimar

     Sinan her türlü detayı düşünmüş. Ben burada pek çoğumuzun bilmediği yönlerinden

     bahsetmek istiyorum ;

     Mimar Sinan haşere, akrep ve böceklere karşın önlem olarak avizelerin ortasına deve

     kuşu yumurtaları yerleştirmiş,

    Caminin aydınlatması için kullanılan mumların ve kandillerin isleri camiye zarar

    vermesin diye Mimar Sinan ilk defa bu cami için bir is odası tasarlamış ve camideki

    tüm isi bu odaya toplayabilmiş. Toplanan bu isler ise mürekkep olarak bir çok fermanın

    ve  mektubun kaleme alınmasında kullanılmış. Mürekkep o kadar özelmiş  ki; kağıt

   komple yok edilmeden silinmesi mümkün olmuyormuş.

   Hayran olmamak elde değil. Sadece  ' mimar 'demek az kalıyor.



 Sultan Süleyman ‘ın türbesi burada. Fakat o burada büyük aşkı  Hürrem Sultan’la  yan yana
 yatmıyor. Türbeleri farklı. Mahidevran  Sultan’la  yan yana yatıyor  Sultan Süleyman.


                                                                                  Hürrem Sultan Türbesi



 
             ‘Yedi ‘ rakamı burada da karşımıza çıkıyor.  Yedi yılda tamamlanıyor cami.

             Caminin ana giriş kapısı.  Yerlerde kullanılan mermer ilk yıllarından beri- çökmüş olsa da-

             orada duruyor.







     Caminin arka kısmındaki sütunlarda Arapça yazılar var. Buraya zamanında yardım

     isteme amaçlı gelenlerin yazdığı yazılarmış bunlar. Olur da belki Sultan bir şekilde görür

     diye. 


    

     Sultan  gördü mü , yoksa zaten işitti mi bu dilekleri bilmiyorum ama beni çok etkiliyor

     bu yazılar.



     Yavaş yavaş gezimizin sonuna geliyoruz. İstanbul  Hatıra ‘sının zamana sığabilen   

     kısımlarıyla yetiniyoruz.

    Bol tarihli, bol sohbetli, çok keyifli bir gün geçirmiş olmanın mutluluğu var

    üzerimizde. Uzunca bir yürüyüş yapmış olmanın da dayanılmaz yorgunluğu da eklenince

     toplu fotoğraf çekimine geçiyoruz,  Muhteşem Süleyman 'ın  camisinin bahçesinde.





     Beyazıt ‘da bir otelin terasına çıkıyoruz . Hem biraz dinleniyor, hem de kahvelerimizi

     içiyoruz.  Ahmet Ümit ‘e kitaplarımızı imzalatıyoruz.

      Yeni kitabının kapağını görüyoruz, İstanbul ‘a üzülüyoruz, İstanbul ‘a sahip çıkmalıyız

     diyoruz.  Çok teşekkürler ediyoruz.

     Tekrar görüşmek üzere umidi ve iyi dileklerimizle ayrılıyoruz.


     ‘İstanbul ‘a bakıyorduk denizden . Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk…Onların

     gözlerindeki kendi kederimize.

     Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa ,kanımızda
     filizlenen korkaklığa…Elimizden alınan hayata bakıyorduk. Güneşli
     günlerimize,umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına…Sönen anılarımıza
     bakıyorduk, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip, yorgun bir şilep gibi
     bizden uzaklaşan şehrimize…Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize
     bakıyorduk…’
     Istanbul Hatırası ,Ahmet Ümit.




    
       Sevgiyle kalın,

 
        Yasemin Okutan Boyar
 

     Tüm fotoğraflar (toplu çekim hariç ) tarafıma aittir.

     Kaynakça,

   *İstanbul Hatırası ve Ahmet Ümit

    *İstanbul Müze

   *mimarsinan.gen.tr

    *osmanlıtarihi.gen.tr



Ben Sedef Hemşire

Ben Sedef Hemşire. 30 yaşındayım.   Bugün iki çocuğumun babası tarafından öldürüleceğimi bilmeden her günkü gibi saat 6.00 da telefo...